20 Eylül 2015 Pazar

Fenerbahçe Kadın Basketbol 2015 - 2016 Ön Değerlendirme

Geçtiğimiz sezon alışkın olmadığımız bir faciayı yaşayan Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı, bu yıla yeni oyuncu grubu ve yeni bir koçla giriyor. Daha önce de Fenerbahçe'yi çalıştıran Yunan Koç George Dikeoulakos yeniden direksiyonun başına geçti. Esasında bu bile şube için başlı başına olumlu bir haber anlamına geliyor. 2014 - 2015 sezonununda Jacek Winnicki'nin kötü oyun kurgusu ve berbat kriz yönetimi Fenerbahçe'yi alışkın olduğu noktanın gerisine götürse de bu yıl işlerin değişeceği aşikar.

Yunan Koç önderliğinde Kuzey Kıbrıs'ta düzenlenen NEU Cup'ta oldukça etkili performans gösteren sarı lacivertli ekip, geçtiğimiz yılın psikolojik yorgunluğunu üzerinden atmaya başladı. Turnuvada ilk maçını Abdullah Gül Üniversitesi'ne (AGÜ) karşı oynayan Fenerbahçe, ilk çeyrek haricinde çok etkili bir oyun ortaya koydu. İkinci maçtaysa Mersin Bşb'ye karşı tüm çeyreklerde ezici bir üstünlük sağladı. Dikeoulakos'sa daha bu turnuvada işi ne kadar bildiğini ortaya koydu. Henüz takımların yabancıları gelmemesine rağmen koçun etkilerini takım üzerinde görmek fazlasıyla mümkün. Her şeyden önce birkaç sezonu ciddi anlamda boşa harcayan Birsel Vardarlı dahi basketbola yeni başlamış gibi oynuyor. Tabii ki Birsel'in bu performansında Alexandria Quigley transferinin etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Senelerdir Birsel'e takım içinde bir rakip yaratılamaması tecrübeli oyuncunun performansını oldukça düşürmüştü. Bu yıl Quigley transferi ve Olcay Çakır'ın artan performansı Birsel'in daha iyi noktaya ulaşmasına sebep oldu.

Birsel ve Olcay haricinde kısaların birçoğu gençlerden oluşsa da yeni transfer Gökçe Doğan da takımın ablalarından biri haline gelmiş görünüyor. Gökçe, ligin en iyi yerli kelepçelerinden biri ve İhsan Bayülken tabiriyle "Tehlike anında camı kırınız" türünden bir oyuncu. Takım tam anlamıyla toparlanınca rotasyonda 20 dakika süre alabilir mi, bence alamaz. Ama iyi bir savunmacı olması onun en büyük artısı. Ayrıca ceza şutlarını da yüksek yüzdeyle soktuğu takdirde Fenerbahçe için iyi bir yan parça olacağından şüphem yok. Hele Tuğba Palazoğlu, Kübra Siyahdemir, Esra Şencebe gibi felaket yerli rotasyonlarından sonra can simidi gibi görünüyor.

NEU Cup'ta Fenerbahçe ve kadın basketbolu adına en güzel gelişmeyse genç oyuncuların ciddi süreler alması. Şüphesiz, süre almak yetmez. Özellikle, Melis Gülcan ve Melisa Korkmaz'ın oynadığı basketbol herkesi memnun ediyor. İki oyuncunun da korkmadan oyunun içinde kalması gelecek adına umutlandırıyor. Sezon içinde de iki genç oyuncunun süre alacağını düşünüyorum. Birçok rakibe karşı farkı erken açacak potansiyele sahip olan Fenerbahçe, oyunun koptuğu noktalarda bu gençleri mutlaka değerlendirecek. Bundan da Türk basketbolu karşı çıkacak.

Kısalarla ilgili son olarak ribaund katkılarına ve top paylaşımlarına değinmek lazım. Genç kadroyla mücadele etmenin en büyük avantajı yüksek enerjiye sahip olmak. Her topa el sokmak, zaman zaman saçmalansa dahi toparlamak için gayret harcandığını görmek izleyenleri heyecanlandırıyor. AGÜ maçında Olcay'ın ribaund katkısı üst düzeydi. Topun kıymetini bilen, her topa el uzatan, durarak oynamayan bir Fenerbahçe izlemek de bir süredir kısmet olmuyordu. Bu açıdan gençlerin enerjisinin sezon içinde de değerlendirilmesi gerektiğini tekrar vurgulamak lazım.

Takıma katılan eski dost Anastasiya Verameyenka da bu yıl takımı sırtlayacak önemli isimlerden biri olacağını turnuvada gösterdi. Zaten bizim Nasta'yla hiç problemimiz olmamıştı; ancak takımdan ayrılış biçimiyle bizi biraz üzmüştü. Açıkçası kendi adıma konuşursam, ben malum sezondan dolayı hala kırgınım Nasta'ya. Eski konuları kurcalamanın kimseye yararı olmayacağı için Nasta'nın bu yıl vereceği katkıya odaklanmak daha iyi olacak. Kalitesini tartışacak herhangi bir kişi çıkmaz zaten. Bu yıl da orta mesafeden ve çizgi gerisinden atacağı basketlerle takıma önemli katkı yapacak.

Yeni transfer Ewelina Kobryn ile Anastasiya Veremeyenka uyumuysa yeni sezon için şimdiden heyecanlandırıyor. Savunulması çok zor olan uzundan uzuna paslarla rakip savunmaları iki maçta da oldukça yıprattılar. Kobryn'in pas kalitesiyse gerçekten üst düzey. Biraz abartı olabilir ama pas kalitesini Nikola Prkacin'e benzetiyorum. Mesela bu Quanitra Hollingsworth'ün yapamayacağı bir şey. Böyle bakarsak, uzunlardan farklı planlar üretebilmemiz için Kobryn bulunmaz nimet. Ribaund katkısı da iyi olduğuna göre gayet olumlu bir transfer.

Veremeyenka - Kobryn ikilisinden biri kenara geldiğindeyse Tuğçe Canıtez oyunun akışını aynı şekilde devam ettiriyor. Aslında, takımla birlikte iki sezonu geride bırakan Tuğçe'yi de bu yılın yeni transferleri arasında sayabiliriz. İsteyerek oynuyor ve bu şekilde devam ettiği sürece rotasyonun dışında kalma tehlikesi yok. Açıkçası Tuğçe'yi izlemek, onun ribaund sezgilerini hissetmek için dahi büyük keyif... Hele yerli oyuncu sıkıntısının olduğu bir dönemde vereceği performans Tuğçe'yi ana parça yapar.

Fenerbahçe'nin sahip olduğu oyuncu özelliklerine bakıldığında, bu sezon iki oyun kurucuyla oynanacağını söylemek yanlış olmaz. Quigley henüz takıma dahil olmadığı için, koç bu sistemini Birsel - Olcay, Olcay - Melis, Birsel - Melis rotasyonlarıyla denedi. Şu an verim aldı ama Birsel - Quigley ikilisinin tutması sistem için çok daha önemli. Ana parçalar yan yana oturmazsa sıkıntı büyük olur. Koçun ilk Fenerbahçe dönemini hatırlarsak, bu sorunun yaşandığını görürüz. Birsel - Esmeral ikilisiyle maya tutuyordu ama iş Birsel - Babkina ikilisine gelince sorunlar ortaya çıkıyordu. Ayrıca o dönem koçu kurtaracak isimler de vardı. Angel, sezon içinde birçok maçı tek başına aldı. Oluşturulan kadroda Angel yok. Mutlaka bir an önce takım yaratması lazım. Diğer oyuncular gelmeden ve onları izlemeden de bu konuda ahkam kesmek saçma olacak. O yüzden Quinley, Coleman, Lavender ve Quanitra dörtlüsünün de takıma katılmasını beklemek lazım. Daha doğru yorumlar ancak bu şekilde yapılabilir.

Ayrıca, Babkina demişken derin bir ah çekmemek de imkansız. Belki de sırf onun yüzünden tarihi oluşumdan vazgeçmiştik. O günden beri yüzümüz gülmedi, umarım bu yıl bir şeyler değişir ve şube hak ettiği güzel günlere kavuşur. www.filtrekahve.co

16 Ağustos 2015 Pazar

Karşıyaka yarışa kötü başladı

TFF 1. Lig'de Karşıyaka, sezonu Adana Demirspor deplasmanında 2-0'lık yenilgiyle açtı. Yeşil kırmızılı ekip, tamamen yenilenmiş bir kadro, yeni bir teknik direktör, hatta yeni yönetimiyle başladı sezona. Artık tek beklenti Spor Toto Süper Lig'de Karşıyaka'yı görmek... Zaten bu yazıyı da o yüzden yazıyorum. Maç yazısı yazmaktan hoşlanmasam da, bu kez kendi çapımda eleştiri hakkımı kullanacağım.



Karşıyaka bugün sahaya, yukarıda da görüldüğü gibi, son yılların meşhur dizilişi 4-2-3-1 ile çıktı. İlk olarak; savunma dörtlüsünden bahsetmek gerekirse isimler kağıt üstünde gerçekten muazzam. Belki de dörtlünün en tecrübesiz oyuncusu Berkaycan Değirmencioğlu bile üç sezondur 1. Lig'in en önemli stoperleri arasında yer alıyor. Fakat kağıt üstünde çok güçlü olan defans hattının toparlanması ve bekleneni vermesi Adana Demirspor karşısında pek mümkün olmadı.

İlk yarıda, Adana Demirspor'un golüne kadar Karşıyaka defansı inanılmaz açıklar verdi. Demirspor, Çağlar Birinci'nin koruduğu bölgeden defalarca golle burun buruna geldi. Uğur Akdemir ve Hüseyin Kala gibi her topa ayak sokan iki oyuncunun karşısında Çağlar Birinci - Tayfun Pekdemir hattı çok zayıf kaldı. Hatta Tayfun'un anlamsız geri dönüşleri ve ilginç çalım denemeleri sol taraftan tonlarca hızlı atak gelmesine sebep oldu. Berkaycan - Amisulashvili ikilisinin de henüz anlaşamıyor olması Karşıyaka adına çok tehlikeli bir sorun. İki stoperin ya da bek ve stoperin arasına atılan her topun tehlike oluşturması Adana Demirspor'un hücumda alternatif aramasına bile gerek bırakmadı. Anıl Taşdemir gibi bir orta sahaya sahip olmaları onlar adına önemli bir şans. Savunma arkasına attığı topların her biri Karşıyaka kalesinde sorun oluşturdu.

Hücumda da beklerden alınan katkı minimum seviyelerde kaldı maç boyunca. Çağlar Birinci zaman zaman ileri çıkıp orta şansı arasa da Serkan Kurtuluş maç boyunca bir defa bile atağa çıkmadı. Serkan, önünde oynayan Mehmet Eren'in katkısını da düşürdü. Hal böyle olunca Karşıyaka hasarlı olan tek kanadıyla uçmaya çalıştı. Doğal olarak bunda başarılı olamadı. Eğer beklerden alınan katkı bu seviyede kalırsa Karşıyaka hedefine ulaşamaz. Çok sıcaktı, çok nem vardı gibi bahanelerde pek kurtarıcı değil. Karşıyaka, Norveç takımı değil, kaldı ki Adana Demirsporlu futbolcular için de şartlar aynıydı.

Orta alana geçersek; Karşıyaka adına yine kağıt üstünde iyi bir diziliş görünüyor. Ancak oyun devam ettikçe Karşıyaka'nın orta ikilisi Zeki ile Ibricic'in, Attamah - Emin ikilisi karşısında döküldüğüne şahit olduk. Emin - Attamah ikilisi orta alanda, hem defansa dönük hem hücuma yönelik iyi işler yaptılar. Defanstan, hücuma atılan toplar hep bu ikilinin ayağına değdi. Karşıyaka'da ise bu durum tam tersiydi. Bilinçli bir şekilde hücuma çıkılamadığı için toplar geri dörtlüden Djiby Fall'a atıldı. Türk futbolunda tipik bir hastalık olan "Uzun santraforun varsa hava toplarını şişir" mantığının tezahürünü Karşıyaka'dan izledik yani bu akşam.

Kanat oyuncularına kısaca değindiğim için ofansif orta saha görevini uygulamaya çalışan Ömer Can'a geçeyim. Ömer Can esasında verilen görevi uygulamaya çalıştı. Orta sahada Ibricic - Zeki ikilisine yardımcı oldu. Ayağına top aldığı zaman kanatlara dağıtmaya çalıştı. Ancak; Ömer Can şampiyonluğa oynayan bir takımın orta sahadaki beyni olabilir mi, bence olamaz. Geçen sene ofansif orta saha oynayan Juninho ve Onur Okan bu işi çok iyi yapan isimlerdi. Ömer Can, yetenek olarak bu isimlerin arkasında kalıyor. Cüneyt Hoca, topu hücum bölgesine geçirdikten sonra efektif kullanmak istiyorsa, kesinlikle, yeni bir Juninho bulmalı.

Forvet konusundaysa planlamayı kim yaptıysa işine hemen son verilmeli. Djiby Fall, Gökhan Ünal, Necati Ateş forvet hattını düşündükçe kabus gibi geliyor. Üçünün özellikleri de şöyle; hava toplarında iyi ama ağır... Tanktan daha ağır üç oyuncuyu Cüneyt Dumlupınar'ın istemediğine eminim. Hiçbir hoca şu üçlüyü aynı kadroda görmek istemez. Üçü de iyi futbolcu ama mesele iyi olmalarından ziyade "aynı" olmaları. Bakın "benzer" demiyorum, net olarak "aynı". Bu oyuncular takımdayken oyunu rakip ceza sahasına yıkamazsan verdiğin her kuruş haram. Cüneyt Hoca'ya bu üçlüyü verip "Hadi hoca iyisin, Üç tane yıldız forvet verdik eline" diyen yönetici bile vardır maalesef. Hocanın elindeki bir diğer santrafor alternatifi olan Taha Balcı da sanırım yaşlı kurtların arasında geri planda kalacak. Yukarıda saydığım üçlünün içinde farklı işler yapabilecek tek oyuncu Taha olmasına rağmen, bugün hoca Gökhan Ünal'la hamle yapmayı tercih etti. Bu konuda gerçekten işi çok zor hocanın. Bahsedilen oyuncuların kariyeri ortada ve oynamadıkları zaman sorun çıkarma potansiyelleri var. Dengeyi sağlaması kolay olmayacak ama Taha'yı kenarda unutmak yakışmaz Cüneyt Dumlupınar ismine...



Neyse konudan kopmamak adına ikinci yarıya geçelim. Hoca ikinci yarıya başlarken iki değişiklik yaptı. İlk yarının en verimsizi Serkan Kurtuluş ile Zeki oyundan alınırken, Gökhan Ünal ve Tugay Kaçar oyuna girdi. Böylece formasyon garip bir hal aldı ve 3-1-4-2 benzeri bir hal aldı. Zaman zaman 2-1-5-2 bile oldu. Durum böyle olunca takım iyice saçmaladı. Böylesine verimsiz bir saha dizilişiyle erken gol bulmuş Demirspor'u deplasmanda yenmek ciddi anlamda ütopik bir düşünce. Doğal olarak bu sistemde pozisyon bulmakta zorlanan Karşıyaka, rakibine daha fazla pozisyon verdi. Adana ekibinde Umut Sözen ve Astafei'nin de oyuna girmesiyle, Karşıyaka orta alanda iyice dağıldı.

Forvet hattında iki uzun boylu oyuncunun olması sebebiyle doldur boşalt sayısı da arttı. Her atılan topa kafayı Adana Demirspor savunması vursa da Karşıyakalı oyuncular asla uzun top atmaktan vazgeçmediler. Halbuki uzun toplara Fall ya da Gökhan Ünal vursa ne olacak? İndirdiği top yine rakibe gidecek. Takım sadece düz koşu yapıp maça çıkmış gibi davrandığı için birbirlerini tanımadıkları çok netti. Böyle olunca indirilen toplar da alakasız yerlere gitti. Hoca daha ofansif kadroyla ikinci yarıya çıkıp, koskoca bir sıfırla maçı sonlandırdı

Sonuç olarak; şu takımın bir sistemi olması lazım artık. Cihat Arslan dönemi hariç, Karşıyaka'da "diziliş" sadakati görmedim. İlk yarı 4-4-1-1 çıkıp yenik duruma düşünce, ikinci yarıya 2-4-4 çıkıldığını bile gördüm. Takım gol yiyince anlamsız bir gaz yükleniyor ve bu takımın karakteri haline dönüştü, hiçbir hoca değiştirmek için çaba sarf etmiyor. Oyuncular, başkanlar, yönetimler, hocalar değişiyor ama dizilişe sadakat yok. Cüneyt Dumlupınar bu sorunu çözmeli. Karşıyaka, maçın ikinci yarısına 4-2-3-1 dizilişiyle çıksaydı gol bulma ihtimali daha fazlaydı. Anlamsız ve çalışılmamış sistemler bu takımı Süper Lig'e çıkarmaz. Hoca ikinci haftadan itibaren "Karşıyaka şu sistemle oynuyor" mesajını herkese vermeli.

http://www.arkadaslikuygulamasi.com

23 Temmuz 2015 Perşembe

Özel Röportaj// Ergin Ataman: "Turnuvadan olimpiyat vizesi çıkarmak istiyoruz"


Avrupa Basketbol Şampiyonası öncesi çalışmalarına Çeşme'de başlayan A Milli Basketbol Takımı, turnuva hedefini madalya olarak belirledi. Milli Takım Baş Antrenörü Ergin Ataman, turnuvanın en zor grubunda yer almalarına rağmen kimseden çekinmediklerini dile getirdi.

Yoğun geçen bir sezonun ardından Milli Takım oyuncularını, tam kadro olmasa da, Çeşme'de topladınız. Oyuncular hem tatil, hem de kamp havasında. Nasıl değerlendirirsiniz turnuva öncesi ilk kampı?

Çeşme, kamp yapmak için çok uygun bir yer. Lig temposunun ardından oyuncularımız çok fazla tatil yapma şansı bulamıyor. Biz de yoğun kamp dönemine girmeden, Çeşme'de bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Günde iki saat kondisyon ve taktik çalışmaları yapıyoruz. Birçok arkadaşımız ailesiyle geldi bu kampa ve hepsi keyif alıyor. Burada öncelikli amacımız takımı bir arada yaşamaya alıştırmak. Büyük turnuvalar öncesi kaynaşmak çok önemli. Açıkçası, ağızlarına bir tatlı şeker verip, onları yoğun tempoya hazırlıyoruz.

Türkiye, Çeşme dışında da tatil cenneti ama bizim burayı tercih etmemizin farklı sebepleri var. Özellikle Temmuz ayının ortasında Çeşme'de kamp yapılmayacağını düşünenler var; ancak Çeşme'nin havasında yüksek miktarda iyot oranı var. Nem olmaması da 38 - 40 derece altında, salonda rahat rahat çalışabilmemize olanak sağlıyor. Burada fazlaca moral depolayıp, Avrupa Şampiyonası'na keyifli bir ruh haliyle gitmek istiyoruz.

İtalya'da oyuncuları sert bir kamp beklediği için iyi bir tatil fırsatı sunuyorsunuz.

Oyuncular da bunun bilincinde ve Çeşme'nin tadını çıkarıyorlar. İtalya'da askeri bir düzene geçiyoruz. Gün içinde çift antrenman yapacağız. 12 gün dağda çalışacağız ve çok yorucu olacağı şimdiden belli. Kampın sonunda 2 hazırlık maçı yapacağız, ardından İstanbul'a dönüp hazırlık turnuvalarına katılacağız. Farklı ülkelerde de bir iki turnuvaya katılma ihtimalimiz var. Onları da değerlendirip, çalışmalarımızı tamamlayacağız.

Çok zor bir gruptayız. Turnuvanın iki favorisiyle beraber, basketbolda ekol haline gelmiş ülkelerle aynı gruptayız. Bu aşamada grupla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Avrupa Şampiyonası'nın en zor grubuna düştük. İzlanda haricinde, tüm takımların madalya için mücadele edeceği bir grupta yer alacağız. İspanya ve Sırbistan şampiyonluğun en güçlü adayları ve ikisiyle de grup aşamasında mücadele edeceğiz. Biz de çok güçlü bir takımız. Çok tecrübeli oyuncularımız var. Son yıllarda yetişen gençlerimizin başarıları ortada, her turnuvada madalyaya oynuyorlar. Takım kimyasını iyi oluşturduğumuz zaman Türkiye, bütün ülkeleri yenebilecek güce sahip. Bu şampiyonada ilk 6 içinde kalıp, olimpiyat vizesi almak öncelikli hedefimiz. Ama bu takımın madalyaya ulaşacak gücü var ve biz madalya istiyoruz.

2014 Dünya Şampiyonası'na oranla daha genç ve daha geniş bir kadroya sahibiz. Daha zor bir turnuva içinde olmamıza rağmen, beklentiler bu duruma bağlı olarak artmalı mı?

Kesinlikle daha genç ve geniş kadromuzla gidiyoruz turnuvaya. Çünkü geçtiğimiz yıl Dünya Şampiyonası'na giderken bir geçiş dönemi içindeydik. Kısa vadeli planlar yaparak tecrübeli oyuncularımızdan faydalandık. Bu kez artık o geçiş dönemini atlatmış bir şekilde oynayacağız. Daha genç kadroyla, daha uzun vadede çalışacağız. Çok iyi gençlere sahibiz ve bu şansı iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Ayrıca, bu çocuklara inanmak zorundayız, çok iş başaracaklarına inanıyorum.

Gençler ya da alt yapı demişken; alt yaş gruplarında senelerdir başarılıyız; ancak A Takım kadrosuna baktığımızda sayıları nispeten az oluyor. Galatasaray'ın ve Türkiye Milli Takımı'nın baş antrenörü olarak genç oyunculara gereken önemin verildiğini düşünüyor musunuz?

Geçmiş yıllarda çok iyi jenerasyonlara sahiptik. Hidayet, Oğuz, Ömer Aşık gibi belli isimlerimiz vardı. Bir dönem milli takım bu oyuncuların başarılarıyla geçti. Bir jenerasyona bu kadar yüklendikten sonra, arada iki yıllık boşluk oldu. Şimdi, geçmiş iki yıla oranla çok daha iyi jenerasyonumuz var. Alt yaş gruplarında turnuva kazanan oyuncuların hemen en üst seviyeye ulaşmasını beklemek doğru değil. Birçoğu henüz 17 - 18 yaşlarında olduğu için sabretmemiz gerekiyor. Basketbolda en verimli yaşlar 23 ile 28 yaş arasında. Bu çocuklar, aynı iştahla oynamaya ve çalışmaya devam ederlerse altın jenerasyonlarımızdan biri olup, milli takımı sırtlayacaklar diye düşünüyorum. Zaten şu an da alt yaş gruplarından önemli isimler var kadromuzda. Bu konuda iyi bir dönem geçiriyoruz.

Son günlerin en çok konuşulan isimlerinden birisi de Enes Kanter. NBA'de aldığı güçlü kontrat ve milli takım kadrosunda olmaması dikkat çekiyor. Daha önce konuşmuştunuz; ancak bu konuda eklemek istedikleriniz neler?

Bu konuda çok fazla konuşacak bir şey kalmadı aslında. Türkiye Milli Takımı'nın forması kimseye sonsuza kadar kapalı değil. Fakat biz Enes'i 2 senedir ısrarla kadroya çağırmamıza rağmen milli takıma gelmeyi tercih etmedi. Biz de bu sefer ondan faydalanmamayı düşündük. Sürekli burada olan ya da olmak isteyen hiçbir oyuncumuza haksızlık etmek istemedik. Burası, kimsenin istediği zaman gelip, istemediği zaman gelmeyeceği bir yer değil ve olamaz. Eğer Enes'in milli takımda oynama arzusu devamlılık gösteriyorsa, biz önümüzdeki senelerde kendisinden faydalanırız.

Aldığım karar kesinlikle teknik bir karar değildi. Teknik bir karar dersem yanıltmış olurum. Zaten Enes'in yaptıkları, yapabilecekleri ortada. Bu karar, teknik kadro tarafından alınmış idari bir karar. Yaptığımız iş boks ya da tenis gibi bireysel bir spor olsa, biz Enes'le çıkıp şampiyon olurduk. Şimdi baktığımız zaman işimiz çok farklı, 12 oyuncumuz var ve bu takımın da bir düzeni var. Yardımcı koçlarımla beraber bütün hesapları yaparak bu kararı verdik. Bir anlamda da, diğer genç oyuncularımıza mesaj gönderdik. Ay yıldızlı forma çok değerli, bu arzuyu karşımızdaki sporcuda görmeliyiz. İnanıyorum ki, Enes de önümüzdeki yıllarda milli takım forması giyecek.

Türkiye'de basketbolun gideceği noktayı, ilgiyi nasıl görüyorsunuz ve milli takımın büyük turnuvalardaki performansını bu noktada önemli görüyor musunuz?

Ülkemizde basketbol ciddi anlamda takip ediliyor, çok güçlü bir rekabet var. Kulüpler sürekli yatırım yapıyor. Sadece transferlere değil, altyapılara da kaynak sağlanıyor. Bu da gençlerin ilgisini görmemize neden oluyor. Çeşme'de her antrenmanımızı yüzlerce çocuk izliyor. Baktığımız zaman çoğu saatlerini denizin içinde geçirmek isteyecek yaştalar; ancak takımdaki büyüklerinden birer imza almak için saatlerini spor salonunda geçiriyorlar. Türkiye'de basketbolun ulaştığı noktayı buradan bile anlamak çok kolay. Bugün, dünyanın en çok izlenen liglerinden bir tanesine sahibiz. Fenerbahçe Ülker Euroleague'de Final Four oynadı. Başarılar çocukları olumlu etkiliyor. Tabii ki basketbolun lokomotifi Türkiye A Milli Basketbol Takımı, o yüzden bizim çocuklara karşı güzel bir imaj yaratmamız gerekiyor. 2015 Avrupa Basketbol Şampiyonası'yla birlikte, daha çok çocuğumuzu basketbola yönlendireceğimizi düşünüyoruz.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

THY Euroleague'deki temsilcilerimiz kadrolarını oluşturma telaşında

Yeni sezon itibariyle ilk kez dört temsilciyle katılacağımız Turkish Airlines Euroleague yine büyük bir heyecana sahne olacak. Fenerbahçe Ülker, Anadolu Efes, Pınar Karşıyaka ve Darüşşafaka Doğuş yeni sezon kadrolarını bir an önce oluşturmanın peşinde. NBA takımlarının Avrupa piyasasının altını üstüne getirmesi ve oyuncu ücretlerinin fazlasıyla artması kulüplerin işini zorlaştırıyor. Şu ana kadar yapılan ve yapılması muhtemel transferlerle takımların son durumuna bakalım...

Fenerbahçe Ülker

Geçtiğimiz yılın Final Four ekiplerinden Fenerbahçe Ülker, kadrosunda ciddi sayılabilecek bir değişime gitti. 2014 - 2015 sezonun ortasında takıma dahil olan ve oyun kurucu rotasyonunu büyük oranda kuvvetlendiren Nikos Zisis, takımın, hatta Avrupa'nın, sayılı şutörü Andrew Goudelock, profesör Bjelica, tecrübeli pivot Oğuz Savaş sarı lacivertli ekipten ayrıldı. Bobby Dixon'ın kadroya eklenmesiyle beraber yabancı oyuncu statüsüne geçen Emir Preldzic ile sözleşmeleri sona eren Luka Zoric ve Semih Erden'in durumlarıysa belirsiz.

Şu ana kadar 4 oyuncusuyla yollarını kesin olarak ayıran Fenerbahçe Ülker, transferlere zaman kaybetmeden başladı. Öncelikle Pınar Karşıyaka'dan Dixon ve Barış Hersek'i kadrosuna katan Fenerbahçe yerli oyuncu rotasyonunu güçlendirecek hamleler yaptı. Ardından, geçen yılın en sorunlu bölgelerinden biri olan oyun kurucu rotasyonunun baş aktörü Kostas Sloukas transfer edildi. Sloukas - Dixon - Kenan üçlüsüyle kaliteli 1 numara rotasyonu oluştuğunu söylemek doğru olacak.

Bjelica'nın NBA'e transfer olmasıyla birlikte 4 numara arayışlarına yoğunlaşan sarı lacivertli ekip, önce Makedon forvet Pero Antic'i, sonrasında ise İtalyan Luigi Datome'yi renklerine bağladı. Sırp forvetten boşalan uzun forvet rotasyonu da Datome - Antic - Barış üçlüsüyle tamamlandı.

Hickman'ın dönüşüyle birlikte, 2 numarada sorun yaşamayacağını düşünen Obradovic şu sıralar 3 ve 5 numaralara yoğunlaşmış durumda. NBA lokavtı döneminde Thabo Sefolosha gibi canavar 3 numaraya sahip olan Fenerbahçe, son yıllarda savunmacı bir 3 numara bulmakta zorlanıyor. Emir'in yabancı statüsüne geçmesiyle birlikte, o bölgede değişikliğe gitmeyi düşünen sarı lacivertlilerin ilk hedefi ise Nikola Kalinic. Sırp oyuncu, savaşçı kimliğiyle ön plana çıkıyor ve Fenerbahçe Ülker'in özlemini duyduğu oyuncu profilini tamamen karşılıyor. Hücumdaki rolü çok fazla olmasa da savunmasıyla takıma çok şey katacağı açık.

Pivot pozisyonundaysa görünen o ki sadece Vesely'nin yeri garanti. Zoric'in ligdeki yabancı sınırlamasından dolayı kesin gönderileceğini hesaba katarsak, Semih'in de rotasyonun bir parçası olarak kalması gerekiyor. Tabii ki Vesely - Semih ikilisiyle bir sezona girmek facia olabilir. O yüzden 5 numaraya da bir transfer gelecek. Son dönemde adı en çok dillendirilen oyuncu olan Bojan Dubljevic, Vesely - Semih rotasyonunu destekleyecek muazzam bir parça gibi duruyor. Diğer iki pivota göre daha kadife elli olan Dubljevic, ikili oyunlarda da takımı büyük oranda rahatlatacak.

Baktığımız zaman, Fenerbahçe Ülker için maksimum iki hamle kaldığı açıkça görülüyor. Geçen seneyle karşılaştırıldığı zaman, Dubljevic de gelirse, uzun rotasyonunda kalitenin arttığını söyleyebilirim. En azından, birbiriyle uyumsuz değil; ancak birbirini tamamlayan parçalar görüyoruz. Kısalardaysa, Goudelock'ın gidişi elbette bir sorun getirecek. Bu aşamada Bogdan ile Melih'in ciddi performans vermeleri gerekiyor. Hickman'ın uzun sakatlıktan nasıl döneceği de Fenerbahçe Ülker'in Euroleague'deki seviyesini belirleyecek. Bu aşamadan bakıldığında, geçen seneye göre güç kaybetmeyen; ancak zamana ihtiyacı olan bir takım duruyor karşımızda. Ne olursa olsun, Fenerbahçe Ülker'in bundan sonraki hedefi Final Four dışında kalmamak olmalı. Şampiyonluk gelmeyebilir ama o dörtlüden biri olmak gelenek haline gelmeli.

Anadolu Efes

Euroleague'in güçlü ekiplerinden Anadolu Efes de transferde elini çabuk tutmaya çalışıyor. Uzun zamandan beri gelmeyen başarının peşine düşen lacivert beyazlılar, Koç Ivkovic'in önderliğinde iyi bir atılım yapmak istiyor. Bu bağlamda Efes ilk olarak, Braynt Dunston ve Derrick Brown'ı kadrosunu dahil etti. Nenad Krstic'in ağır sakatlığı sebebiyle uzun transferini bir an önce bitirmek isteyen Anadolu Efes için şu sıralar Boban Marjanovic'in adı geçiyor. Bu transferle birlikte 4 numarada Brown - Saric rotasyonu, 5 numaradaysa Dunston - Marjanovic - Krstic - Emircan Koşut rotasyonu oluşacak. Efes, bu şekilde kusursuz sayılabilecek bir uzun kadrosuna sahip olacak.

2 numarada Birkan Batuk ile Furkan Korkmaz'ın yanına da transfer yapacak olan Anadolu Efes, Pınar Karşıyaka'dan Jon Diebler'ın transferini bitirdi. Matt Janning'in takımdan ayrılacak olmasıyla birlikte Diebler'ın geniş bir rol alacağı açıkça görülüyor. Özellikle yarı final serisinde Fenerbahçe Ülker'e, final serisindeyse Anadolu Efes'e karşı oynadığı basketbol, Diebler'ın bu seviyeleri şimdiden sindirdiği gösteriyor. Tabii ki Amerikalının performansında Ufuk Sarıca etkisini de görmezden gelemeyiz. Nitekim, Türkiye'ye adım attığında, sadece, çizgi gerisinden topu potaya göndermeyi düşünen bir oyuncuydu Diebler.

Efes'in kısa rotasyonunda açık seçik olmasa da bir sorun var. En azından bu sorun sadece Diebler transferiyle kapatılacak kadar ufak değil. Bir de Stratos Perperoglou'nun da ayrılma ihtimalinin artması Efes'i oldukça zorlayabilir. Derrick Brown'ın zaman zaman 3 numaradan süre alacak olması bu sorunu ne kadar kapatır önemli bir tartışma konusu.

Perperoglou'nun ayrılmasıyla birlikte Cedi'nin de yükü ister istemez artacak. Bu durumun Cedi için de avantaj olduğunu söylemek lazım. NBA geri sayım yaptığı şu dönemde süresinin 2 dakika bile artması fayda sağlayacak. Geçen yıl sakatlıktan dönen Birkan'ın da iyi bir hazırlık dönemiyle seviyesini yükselteceğini düşünürsek 2 - 3 rotasyonu kurulmuş olacak.

Anadolu Efes'in en güçlü taraflarından birisi de oyun kurucuları. Geçen sezon ortasında takıma monte edilen Fransız oyun kurucu Thomas Heurtel'in bu sezon daha büyük katkı vereceğini düşünürsek, Malaga'dan transfer edilen Jayson Granger'ın da çok iyi bir tamamlayıcı olduğunu söylemek gerekir. Özellikle geçtiğimiz sezon Draper'ın verdiği katkının çok daha fazlasını beklemek hiç de yanlış olmaz. Üçüncü guard olarak da Engin Atsür ya da Doğuş Balbay'ın yer alması rotasyona büyük bir artı katıyor.

Sonuç olarak; Anadolu Efes'in kadrosu oldukça iyi. Fakat, hedefi Final Four olan lacivert beyazlılar için kısa rotasyonunu genişletmek faydalı olabilir. Hatta son dönemde adı geçen oyuncularda Kyle Kuric gelirse, Efes çok önemli bir kadro kurmuş olur.

Pınar Karşıyaka 

Pınar Karşıyaka çok fazla oyuncu kaybetmemiş olsaydı buraya yazacaklarım belliydi. Muhteşem bir takım, inanılmaz bir arkadaşlık ve görülmemiş bir kolej havası... Esasında koç Ufuk Sarıca sayesinde bunların hepsinin devam edeceğine inanıyorum. Yukarıda da değindiğim gibi; tek amacı çizgi gerisinden şut atmak olan Diebler'ı ulaştırdığı seviye bile koçun neler yapabileceğini gösteriyor. Sarıca'nın en büyük avantajıysa, geri adım atmaktan nefret eden bir taraftar topluluğuna sahip olması. Karşıyaka taraftarı, takımları 20 sayı farkla geride olsa da maçı bırakmıyor. Heyecanla, tutkuyla maçı çevirmesini biliyor. Ufuk Sarıca ve Karşıyaka taraftarının bu duruşu devam ettikçe gelecek her oyuncunun potansiyelini bir tık aşacağını söyleyebiliriz.

Küçük bütçeli ilçe takımları için şampiyon olmak bir sürü zorluğu beraberinde getirir. Büyük bütçeli takımlar önce koçuna talip olur, sonra oyuncularına. Karşıyaka koç konusunda çok şanslı çıktı. Ufuk Sarıca, "Acaba ayrılır mı" sorusunu bile sormamıza fırsat bırakmadan Karşıyaka'da kaldı. Yine de birçok oyuncu Ufuk Sarıca gibi düşünmeyip takımdan ayrıldı. Kesinlikle giden oyunculara en ufak laf edilmemeli. Onlar, Karşıyaka tarihine geçip, unutulmaz bir zaferle ayrıldılar. Dixon ve Barış Hersek Fenerbahçe'ye, Diebler Efes'e, Strawberry Olympiacos'a giderken, Juan Palacios ve Kenny Gabrie'in de takımdan ayrılma ihtimalleri yükseldi. Giden oyuncular, Pınar Karşıyaka'da kazandıklarının en az 3'er katına imza atacakları için hak vermemek elde değil. Zaten, yeşil kırmızılı renklere minnet duydukları da her hallerinden belli.

Takımdan ayrılan isimlerin yerini doldurmak her takım için zor olsa bile, bütçesi az olan takımlar için çok daha zor. Pınar Karşıyaka da hiç vakit kaybetmeden yurt için piyasasına yöneldi ve işin bir kısmını halletti. Yalnız hala önemli eksikler var ve bunları toparlamak zaman alacak.

1 numara pozisyonundan başlarsak; Dixon'ın alternatifinin hemen bulunması sevindirici. Geçtiğimiz yılı Milano'da geçiren Joe Ragland'ı kadrosuna katan Pınar Karşıyaka, Soner Şentürk'le de sözleşme yeniledi. Geçtiğimiz sezonu Dixon - Soner ikilisiyle atlatan Karşıyaka'nın bu yıl iki oyun kurucuyla idare edemeyeceği gün gibi ortada. Rotasyon için yabancı oyuncuların adı geçse de Kerem Tunçeri gibi bir tecrübenin takıma katılması önemli olur. Ayrıca, Anadolu Efes'in Engin Atsür'ü aldığı takdirde Doğuş Balbay'ı elden çıkaracak olması da Karşıyaka'nın iştahını kabartabilir.

2 numaraya geçtiğimiz zaman, Diebler'ın yokluğunun Türk Telekom'dan Josh Carter'la doldurulacağını görüyoruz. Çok iyi bir şutör olan Josh Carter, Diebler'ın yokluğunu hiçbir şekilde hissettirmeyecek. Burada rotasyonun diğer kahramanıysa Ted Kolejliler'den transfer edilen Muhammed Baygül olacak. Geçtiğimiz yılın başında Karşıyaka'dan Fenerbahçe'ye katılan Can Altıntığ'ın da geri dönme ihtimali çok yüksek. Oyun kurucu pozisyonuna yapılacak takviyeyle Soner Şentürk'ün de 2 numaradan süre alacağını düşünerek tamamlanmış bir bölge olduğunu söyleyebilirim.

Geçtiğimiz sezon Galatasaray forması giyen Justin Carter'ı, şu ana kadar yapılmış en iyi transfer olarak göstermek yanlış olmaz. Ligde ve Euroleague'de kendisini kanıtlayan Justin Carter, 3 numara konusunda Pınar Karşıyaka'ya hayat verdi. Tabii ki Justin Carter'a rağmen sorunlu kalan bölgelerden birisi de 3 numara. İnanç Koç'un yaşı nedeniyle katkı veremeyecek duruma gelmesi, hatta jübile yapma ihtimali, bu pozisyona transfer yapılmasını zorunlu hale getiriyor.

Uzun rotasyonuna bakıldığında Kerem Gönlüm, Cemal Nalga ve Egemen Güven üçlüsü haricinde oyuncu görünmüyor. 4 ve 5 numaralara en iki, bana göreyse üç transfer yapılması gerekiyor. Ancak, Karşıyaka'nın bu noktada çok talihsiz olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki, kime el atsalar değerlendi. Kancayı ilk olarak Walter Tavares'e atan Pınar Karşıyaka, oyuncunun Atlanta Hawks'e gitmesiyle büyük bir şok yaşadı. Sonrasında Laboral'in kadroda pek düşünmediği Colton Iverson'ı imzaya beklerken, ikinci bir şok geldi ve Iverson Laboral'de kaldı.

Baktığımız zaman; Pınar Karşıyaka'nın işi Euroleague'de hiç kolay görünmüyor. Bu yıl, Euroleague Karşıyakalı basketbolseverler için keyif anlamı taşıyor. Kuşkusuz Karşıyaka'da yaşayan herkes "Basketbol diye yazılır, Karşıyaka diye okunur" cümlesini Avrupa'ya da taşımak istiyor.

Darüşşafaka Doğuş

Dürüst olmak gerekirse, Darüşşafaka Doğuş diğer üç takıma göre en az takip ettiğim takımdı. O yüzden daha yüzeysel geçip, yazıyı bitireceğim.

Öncelikle Darüşşafaka Doğuş'un sezon içinde bir türlü dengeli takım olamadığını gördük. Zaman zaman çok iyi basketbol oynasalar da, kötü oynadıkları maçlar da kadro kalitesini göz önüne alırsak fazlaydı. Bu yıl kadrolarında önemli bir yenileme yapacakları ortada. Geçen sezonun ortasında transfer edilen Jordan Farmar dahi Darüşşafaka Doğuş'tan ayrıldı ve Maccabi Tel Aviv'in yolunu tuttu. Ayrıca, Gasper Vidmar, Ermal Kurtoğlu, Göksenin Köksal, Lynn Greer gibi isimler de Daçka'yla yollarını ayırdı. Sıradaysa Ersin Dağlı'nın ayrılığı var. Ersin'in Galatasaray'a geri dönmesi an meselesi...

Yerli statüsünde oynayan Ersin Dağlı'nın takımdan ayrılmasıyla birlikte, Fenerbahçe Ülker'de yabancı konumuna geçen Emir Preldzic'in Darüşşafaka Doğuş'a geçeceği iddiaları hız kazandı. Eğer, Emir Daçka'ya geçerse, Fenerbahçe'de kaybettiği liderlik rolünü yeniden ele alabilir. Hatta sarı lacivertli forma altında gösteremediği potansiyeli bile sergileyebilir. Yeter ki kendisini basketbola versin ve liderlik vasıflarını geri kazansın. Rotasyon açısından bakarsak da gerçekten çok başarılı bir transfer olur.

Jamon Gordon ile Mehmet Yağmur'un arasına Galatasaray'dan Ender Arslan'ın eklenmesi, oyun kurucu rotasyonunu sağlama almış gibi görünüyor. Yine de Ender'in fazlaca sakatlanması, Daçka için zaman zaman zorluklar yaşatabilir. 2 numaradaysa, çok beğendiğim Renaldas Seibutis'in yanına Reggie Redding'in eklenmesi Darüşşafaka Doğuş'u farklı bir seviyeye taşıdı.

Oğuz Savaş, Luke Harangody Milko Bjelica ve Samet Geyik dörtlüsüyle hiç de fena durmayan uzun rotasyonuna sahip olan Daçka, en az bir tane 5 numara alacak. Açıkçası adı geçen isimlerden Sofoklis Schortsanitis'i Türkiye'de izlemek isterim. Kadroya bakıldığında bu takımın çok hızlı bir oyun oynayabileceğini de düşünmüyorum. O yüzden Sofoklis sadece benim için değil, Darüşşafaka Doğuş için de doğru tercih olabilir.

8 Haziran 2015 Pazartesi

Futbolda Kadınlar Dünya Kupası heyecanı

Sonu tek sayıyla biten yılların futbol fakiri olmadığına dair görüşümü 2015 Afrika Kupası'yla kanıtlamıştım. Şimdi de ikinci bir kanıt olarak karşımızda 2015 Kadınlar Dünya Kupası duruyor. Öncelikle, ön yargılarına yenik düşüp, bu kupada oynanan maçları izlemeyenler çok şey kaybediyor. Hani herkes özler ya 80'lerin sonunda ve 90'ların başında oynanan futbolu, işte o futbol kadınlar dünya kupasında hala oynanıyor. Şunu da söylemek yalan olmaz; kadın futbolcular, erkek futbolculardan daha teknik. En azından birkaç gün sonra oynanacak olan Almanya - Norveç maçını izlemenizi tavsiye ederim.

Bu yıl Kadınlar Dünya Kupası'nın ev sahibi Kanada. Şüphesiz ki Kanada bir futbol ülkesi değil. Ya da daha doğru tabirle "soccer" pek ilgi görmüyor. Fakat, ilk iki günde dünya kupasına ilgi çok büyük. Öyle ki, kupanın açılış maçı olan Kanada - Çin karşılaşmasında Kanada futbol tarihinin tribün rekoru kırıldı. 53.058 kişinin takip ettiği maç sadece kadınlarda değil, erkeklerde de rekor oldu. Kadın futboluna ilginin bu kadar yoğun olmasına 2011 yılında Almanya'da düzenlenen dünya kupasında şahit olmuştuk. Neredeyse tüm maçların dolu tribünler önünde oynanması kadın futbolu için de bir dönüm noktası haline gelmişti. Futbolu normalde pek önemsemeyen Kanadalıların kadın futboluna büyük ilgi göstermesi, gelecek adına büyük önem taşıyor.

Kanada halkının dahi önem verdiği turnuvaya FIFA'nın verdiği ya da vermediği değerse şaşırtıcı. Turnuva başlamadan önce "Kanada'ya gelecek sporcular kadın olduğunu kanıtlasın" saçmalığına imza atmaları rezilliğin ilk perdesiydi. Bugüne kadar herhangi bir erkek sporcudan kanıt istemeyen FIFA'nın, bu saçmalığı Afrikalı futbolcular için aldığı da çok açık. Hem cinsiyetçi, hem ırkçı yaklaşımıyla turnuvayı daha başlamadan karıştıran rüşvetçi FIFA, kupayı hiçbir şekilde önemsemiyor.

Kupa boyunca maçların suni çimde oynanacak olması da FIFA'nın turnuvaya bakış açısını gösteriyor. Erkekler Dünya Kupası'nda FIFA suni çime izin verebilir miydi, tabii ki veremezdi. Çünkü, suni çim sporcu sağlığı açısından sıkıntılı bir yapıya sahip. "Kanada'da yazın bile kar yağıyor" diyerek içinden sıyrılmaya çalışılsa da 24 takımlı bir aylı turnuvanın suni çimde düzenlenmesi futbolcu sağlığını büyük tehlikeye sokuyor. Herhangi bir sakatlık olmaması için turnuva boyunca dua etmekten başka çare bırakmadı futbolun yöneticileri...

Sponsor ve yayın konusunda da birtakım sorunlar var. FIFA sanırım kadınlara karşı pozitif ayrımcılık yapmak istemiyor. Ancak, kadın futbolu ekonomik anlamda tahmin edilemeyecek kadar potansiyelli. Bunu tribünlerden anlamak mümkün. Hatta Konak Belediyespor'un oynadığı Şampiyonlar Ligi maçında İzmir Alsancak Stadı'nda yer kalmaması bile potansiyelin boyutunu gösteriyor. Fakat, Kanada'da oynanan maçların doğru düzgün yayını bile yok. Türkiye'de ve Avrupa'nın çoğu ülkesinde yayın hakları Eurosport'ta. Eurosport'un da bir maçı yayınlayıp, diğerini yayınlamaması kadın futbolunun geniş kitleler tarafından takip edilmesini zorlaştırıyor. Erkeklerin oynadığı dünya kupası maçlarında FIFA böyle bir politika izlese ortalık karışır. Aynı şekilde sponsor yönünden de çok güçlü bir turnuva izlemiyoruz. Her ne kadar Cocacola, Gazprom, Visa, Hyundai, Adidas gibi markalar sponsor olsa da erkek futbolunda elde edilen sponsor gelirlerinin yanında fazla bir anlam ifade etmiyor.

Ha bir de futbol maçlarını dikkatli takip edenler bilir, kameramanların teknik direktörleri sağ ya da sol arka çaprazdan çekmek gibi bir fantezileri var. Genelde bu çekim teknik direktörün sırt kısmından itibaren alınır. Fakat, Almanya'nın kadın teknik direktörü Silvia Neid'in sağ arka çaprazdan görüntüsü alınırken, kamera kalçadan başladı. Bunun da takipçisiyim, akıllı olsun o kameraman.

Aslında yazıya başlarken amacım daha çok maçlardan ve turnuvadaki takımlardan bahsetmekti; ancak saha dışına girildiği zaman da kolay kolay çıkılamıyor. Saha içinden bahsetmek gerekirse kupanın muazzam maçlarla başladığını söyleyebiliriz. Açılış maçında Kanada, Çin Seddi'yle tanışmak zorunda kaldı. Maç boyunca golü kovalamanın ödülünü 90+1'de penaltı kazanarak aldılar. Kanada Kaptanı Sinclair penaltıyı gole çevirince maç 1-0 ev sahibinin üstünlüğüyle sona erdi.

Hollanda - Yeni Zelanda maçını, Avrupalılar 1-0 kazandı ama Yeni Zelanda muhteşem bir futbol oynadı. Direkten dönen toplarına bir de verilmeyen penaltı eklenince işleri ters gitti. Gruptan çıkmaları da zora girdi bu sonuçla. Hollanda kalecisi Loes Geurts'un hakkını vermezsek de çarpılırız büyük ihtimal, inanılmaz oynadı.

Almanya - Fildişi Sahilleri maçına geçersek, neyse geçmeyelim. Almanya 10-0 kazandı. Çok üstünde durup, Fildişi halkını mahcup etmeye gerek yok. Panzer lakabının hakkını bu denli verebilecek başka takım yok. Sadece ilk yarı oynayan Sasic hattrick yaptı. Fildişi Sahilleri iyi bir takım değil zaten ama Almanya şampiyonluğun en büyük adayı. Hele son kupayı evlerinde Japonya'ya kaybetmek, bu sene Almanya'ya kupayı almaktan başka çare bırakmıyor.



14 Ocak 2015 Çarşamba

2015 Afrika Uluslar Kupası Başlıyor

Tek sayıyla biten yılların futbol fakiri olduğunu düşünen insanların suratına tokat gibi çarpan Afrika Uluslar Kupası birkaç gün sonra başlıyor. Afrika Uluslar Kupası'nın (her defasında uluslar yazmak zor geldiği için Afrika Kupası olarak devam edeceğim) başlı başına futbol fakiri olduğu görüşünü benimseyenler de pek haksız değiller esasında. Önemli Avrupa ülkelerinde liglerin devam etmesi kupanın kalitesini düşürüyor. Benim gibi "futbol topu varsa o maçlar izlenir" düşüncesini benimseyenler için ise soğuk kış aylarında adeta bir kurtarıcı oluyor. Yabancı sınırının (hemen hemen) kalktığı bir ülkede Afrika Kupası'nı takip etmeyecek hocaları yüce yaratana havale etmekle birlikte ilk olarak merak edilen takımlardan başlayalım.

Son iki kupada büyük destek verdiğim Zambiya yine az eksikle Ekvator Ginesi'ne doğru yol aldı. Geçen turnuvada mental durumu hariç tüm yeteneklerine kefil olduğum Chisamba Lungu yine kadroda yer alıyor. Turnuvadan sonra bu güzel ve karakterli kardeşimiz Rusya 2. Ligi'ne gitti, daha sonra takımla beraber Rusya'nın en üst ligine yükseldi. Eğer geride kalan iki senede mental anlamda geliştiyse daha iyi bir lige gider. Zambiya'da Lungu ile beraber Afrika'nın güzide çocuklarından Emmanuel Mayuka da kadroda. Geçtiğimiz turnuvada pek yeteneklerini gösteremese de, bu durum Young Boys'tan beri ona kefil olduğum gerçeğini değiştirmiyor. Rainford Kalaba ve özellikle dikkat edilmesi gereken Nathan Sinkala da takımımın has adamları olarak göze çarpıyor.  2012 yılında Afrika Kupası'nı kazanan Zambiya takımının en büyük eksiğiyse eski teknik direktörleri Herve Renard olacak gibi görünüyor.

Beyaz gömleği ve beyaz derisiyle Zambiya halkının gönüllerini fetheden Renard bu kez Fildişi Sahilleri'nin başında sahneye çıkıyor. Kupada mücadele eden ülkeler arasında en iyi kadroya sahip olan Fildişi Sahilleri bir türlü kupaya uzanamayınca çareyi Renard da buldular. Bu kez forvette Drogba yok kenarda Renard var. İşin ilginç yanıysa Zambiya'nın başında Afrika Kupası kazanan Renard'ın o turnuvanın finalinde Fildişi Sahilleri'ni mağlup etmiş olması. Beyaz gömlekli hoca bu turnuvada Fildişi Sahilleri'ne kupayı getirirse gerçek bir Afrika efsanesi olacak. Takımının, Yaya Toure'li, Gervinho'lu, Salomon Kalou'lu kadrosuyla bu başarıyı elde etmesi çok da uzak bir ihtimal değil.



Afrika'nın en garip futbol ülkelerinden biri olan Senegal. Avrupa'ya devamlı olarak futbolcu ihraç eden Senegal, 2002'de İlhan Mansız'ın attığı golden bu yana bir türlü hayır etmedi. Demba Ba'nın olmadığı bir turnuvada takımın hücum gücü düşecek olsa da ortada fena bir kadro görünmüyor. Rövaşata bağımlısı Moussa Sow'un ve Papiss Cisse'nin yer aldığı forvet hattının Afrika standartlarının üstünde olduğu da gayet açık. Bu ikilinin kaymağı ise Moussa Konate. Tahminimden fazla süre alırsa dikkat çeker.

Kupanın en merak edilen takımlarından bir diğeri ise Burkina Faso. Jonathan Pitroipa gibi ayağına top yakışan forvete sahip olmalarının yanında Bance gibi hem oynadığı futbolla hem de şekil saçlarıyla dikkat çeken bir adama sahipler. 2013 yılında finalde Nijerya'ya mağlup olarak kupaya ulaşamadılar. Beklentilerin çok üstünde bir performans sergileyen Burkina Faso'nun bu sene de aynı performansı göstermesini temenni ediyorum. Performanslarını merakla bekliyorum.

Turnuvaların değişmez takımı Gana da bu sezon kupanın en büyük adaylarından. Gana ayrım yapmaksızın tüm kupalara olabildiğince iyi bir kadro getiriyor. Boateng de olsa kupanın en büyük favorisi konumuna geçmeleri de mümkün görünüyordu. Yine de tecrübeli teknik direktör Avram Grant yönetiminde sahaya çıkacak olan Gana, Fildişi Sahilleri ile beraber kupaya en yakın takım olarak göze çarpıyor.

2015 Afrika Kupası'nda, Kuzey Afrika'dan Tunus ve Cezayir ile Afrika'nın önemli ülkelerinden Kamerun'un kötü futbollarla kötü sonuçlar alacaklarını düşünüyorum. Geçtiğimiz turnuvaya renk katan Yeşil Burun Adaları'nın yine renk katmasını umuyorum. Yine son turnuvada yarı final oynayıp, üçüncü olan Mali'nin aynı başarıya ulaşamayacağını bekliyorum. Bunun haricinde ise kadrosunda birçok genç oyuncu bulunan Gine'nin takip edilmesi gerektiğini; ancak geriye kalan diğer takımlardan başarılı sonuçlar beklenmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak; olası başarısız tahminlerime şimdiden bir kılıf hazırlamak için, son şampiyon Nijerya'nın bu yıl turnuvada olmadığını söylemek istiyorum. Top yuvarlak, Afrika futbolunda daha da yuvarlak...

30 Temmuz 2013 Salı

Doktorlar İle Birlikte Yaz Sezonu Klasiği: Fenerbahçe Forvet Arıyor


Fenerbahçe'nin bir hastalığı vardır. Ya eski futbolcusunu geri ister ya da maç yaptığı rakiplerinin oyuncularına salça olur. Yine gündemde iki forvet var. Biri eski Fenerbahçeli Emenike, diğeri Fener'e gol atan rakip golcü Cardozo. Bu bağlamda, Ersun Yanal kafasında bir sistem belirledi ve bu sisteme uygun olacak futbolcuyu Emenike olarak belirledi. 

Forvet transferinin bu kadar uzamasının ardından bende de Ersun Yanal'ın ne düşündüğüne dair bir fikir oluştu.

Anlaşılan, Ersun Hoca, net bir merkez santrafor istemiyor. Cardozo'nun ağırlığı ve sadece merkezde oynaması, Emenike'nin arkasında kalmasına neden oluyor. Emenike ise hocanın 3 kanat forvet oynatacağının sinyallerini veriyor. Yani, Yanal'ın Fenerbahçesi, önümüzdeki sene 2 kanat hücumcusu ve bir merkez santraforla değil; 3 tane dolaşan, hem merkeze hem de kanatlara kolayca adapte olabilen forvetle oynamayı tercih ediyor. Bu sistem için de belirlenen eldeki oyuncular Sow, Kuyt ve Stoch. Emenike transferi gerçekleşirse Stoch veya Kuyt'tan feragat edilecek, ancak sistem korunacak.

Ersun Yanal'ın kafasındaki sistemin -muhtemel- en büyük sorunu, zorluk derecesi yüksek maçlarda hücumda top tutamamak olacak. Özellikle geçtiğimiz sezon Webo gelene kadar yaşanan en büyük problem yine boy gösterecek. Geçen sezon, içeride ve dışarıda oynanan Benfica maçları göz önüne getirilirse, Webo'nun merkezde olduğu Fenerbahçe ile Sow'un merkezde olduğu Fenerbahçe arasındaki bariz farklar daha net görülecek. 

Hoca sanıyorum ki geçen seneki problemi yavaş oynamamıza bağlıyor ve bu sorunun daha hızlı bir Fenerbahçe'yle çözülmesini bekliyor. Bu yüzden, takımın hücum bölgesine yetişmesini sağlayacak olan Cardozo yerine; daha seri hücuma çıkan, önüne atılan topla adam geçebilen bir oyuncunun sisteme daha uygun olacağını düşünüyor.

Emenike transferine -sistem düşündüğüm gibiyse- diyeceğim yok. Faydalı olma ihtimali yüksek. Yalnız Emenike'yi merkez santrafor olarak kullanıp, servis yapması beklenecekse transfere karşıyım. Afrika Kupası'nda çoğu maçta merkezde oynadı ve verimi çok düştü. Pes tabiriyle 90'lık kanat forvet merkeze çekilince gücü 70 oldu. Umarım böyle bir hata yapılmaz. Zamanında merkezde yalnızlığa bırakılan Kezman, Guiza gibi forvetler gibi olmasın sonu.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Sorun Emre mi, orta saha mı, Aykut Kocaman mı?

Fenerbahçe'nin sezona hazır olmadığı Vaslui maçlarından belliydi ama kazaya kurban gitmemiş olmamız kötü kokuların üstünü biraz örtmüştü. Bu örtüyü sadece bir Galatasaray maçı kaldırabilirdi ki öyle de oldu. Cümle alem Fenerbahçe'nin hazır olmadığını, transfere ihtiyacı olduğunu, en önemlisi takım olamadığını dile getirmeye başladı. 

İşte bu noktada yine sığ tartışmalar başladı. Emre Belözoğlu olsaydı böyle olmazdı diyenler sardırlar dört bir yanımızı. Fakat "Aykut Kocaman döneminde Emre kaç Galatasaray maçında oynadı, oynadığı maçların kaçında Fenerbahçe galip geldi" gibi sorulara cevap aramazlar. Kısaca internetten Aykut'lu, Emre'li Galatasaray maçlarına göz gezdirdim ve sonuç aşağıda:

21.07.2010 Galatasaray - Fenerbahçe: 0 - 1 (Emre yok) ---Hazırlık Maçı---

24.10.2010 Fenerbahçe - Galatasaray: 0 - 0 (Emre 90 dakika)

18.03.2011 Galatasaray - Fenerbahçe: 1 - 2 (Emre yok)

07.02.2011 Galatasaray - Fenerbahçe: 3 - 1 (Emre 45 dakika)

17.03.2012 Fenerbahçe - Galatasaray: 2 - 2 (Emre 90 dakika)

22.04.2012 Galatasaray - Fenerbahçe: 1 - 2 (Emre yok)

12.05.2012 Fenerbahçe - Galatasaray: 0 - 0 (Emre 90 dakika)

Velhasıl Süper Kupa maçındaki kötü oyunun sebebi Emre'nin yokluğu değil. Nitekim Aykut Kocaman döneminde, Emre'nin olduğu hiç bir maçı Fenerbahçe kazanamamış. Görüldüğü üzere rakip üzerinde de eski psikolojik avantajımız kalmadı ve bu orta saha transferi olmamasından daha büyük bir sorun.

Özellikle kısa yazmak istedim ama ek olarak söylemek istediğim bir şey daha var. Dünkü maçta hepimizin takdir ettiği birkaç isim hariç bütün oyuncular berbat oynadı. Yalnız hatalı gol yemesine rağmen en az tepki gören kişi Mert Günok. Bu, teknik kadroya "kaliteli gençlere güven, arkandayız" şeklinde verilen bir mesajdır. Ama görmek isterler mi orası meçhul.

10 Haziran 2012 Pazar

Ölüm grubunda Almanya'nın dirilişi

Kuraların çekildiği günden beri merakla beklenen B Grubu'nda -bir diğer adıyla ölüm grubu- ilk maçlar bugün oynandı. Dün oynanan maçların aksine daha fazla yıldız sahadaydı, ancak oyunları arzu edildiği kadar gösterişli olmadı. Oynanan maçlar sonunda Danimarka ve Almanya birer golle üçer puan alarak en azından ülkelerini sevindirdi.

Günün ilk maçında Hollanda ve Danimarka karşı karşıya geldi. Maçın başlarında Hollanda Robben'in kanadından etkili sayılabilecek pozisyonlar buldu ama ne Robben ne de ileri uçtaki Robin Van Persie bu pozisyonlarda gol vuruşunu yapamadı. 24. dakikadaysa dün akşam Rusya'nın yaptığını Danimarka yaptı ve ilk pozisyonlarında skor avantajını ele geçirdi. Bu dakikadan sonra Hollanda ilk yarıyı bilinçsiz hücumlarla kapattı.

Devre arasında herkes Marwijk'dan hamle beklese de Portakallar ikinci yarıya da aynı kadroyla çıktı. Sağ ve sol beklerin atağa hiç çıkmaması, ön liberoların Danimarka orta sahasına mağlup olması, kanatların işlememesi ve Van Persie'nin yalnızlığına çare bulmaya çalışmayan Marwijk ilk değişikliklerini 71. dakikada yaparak mağlubiyete biraz daha uygun ortam yarattı. Bu dakikadan sonra yaptığı değişikliklerle hücumda biraz daha aktif gözükseler de Danimarka da rakip yarı alanda oldukça etkili oldu.

Zaman zaman yükselen tempoyla zevkli geçen maç, Hollanda adına oldukça üzücü bir sonuçla bitti. Elemelerin en golcü takımı ünvanıyla Ukrayna'ya gelip, Euro 2012'de gol atamayan ilk takım olmak da onlar adına nahoş bir durum sayılabilir. Danimarka ise aldığı 1-0'lık galibiyete rağmen Bendtner'in verimsizliğine yanmalı. Arsenal'de piyasaya çıktığı ilk günden beri ayağında top tutmaktan, kafa topuna girmekten aciz bir futbolcu görünümü veriyor. Pek değişecek gibi de görünmüyor aslında ya neyse.

Ölüm grubunun ikinci maçında ise Almanya ile Portekiz karşılaştı. Daha ilk dakikada Mario Gomez'in güzel kafa vuruşu Rui Patricio'nun ellerinde eridi. Sonrasında Portekiz atağı da etkili gelişti ve kornerle sonuçlandı. Bundan sonrası ise büyük bir boşluk. Özellikle Almanlar o kadar yavaş oynadılar ki üstlerinde Panzer'in gücünden çok ağırlığı var gibiydi. Tabi bunda Khedira-Schweinsteiger ikilisinin orta sahada çok formsuz olmalarının payı yüksekti. İki oyuncuya Müller ve Podolski de katılınca Almanya bir an da kolay durdurulabilecek sıradan takıma dönüştü.

Sönük geçen ilk yarının en önemli pozisyonu ise Portekiz adına Pepe'nin direkten çizgiye düşen topu oldu. Eğer top 5-10 cm daha içeride olsaydı ve karar "devam" olsaydı FIFA goal-line teknolojisi için biraz daha acele etmek zorunda kalabilirdi. Hakemin, Mario Gomez'in topu ağlara gönderdiği pozisyonda avantaj kuralını unutması da ilk yarının bir diğer önemli pozisyonuydu.

Maçın ikinci yarısı da aynı ilk yarısı gibi başladı. Almanlar hemen rakip kalede bir pozisyon buldular ve Portekizli oyuncular hemen karşı atağa çıkarak bir korner kazandılar. Bu sefer hareketli olur belki dedik ama  73. dakikaya kadar yine durgun bir maç izlemeye devam ettik. Bu dakikada Mario Gomez'in attığı gol Almanya'nın ne olursa olsun kolay yutulabilecek bir takım olmadığını gösterdi bize. Sonuçta Portekiz'in karşısındaki takım elemelerden 10'da 10 yaparak gelmişti. Golden sonra Almanya bir iki cılız atak geliştirdi ama asıl pozsiyonları Portekiz yakaladı. Ronaldo'nun ortadan kaybolması Nani, Nelson Oliveira ve Valera'nın biraz daha serbest kalmalarına olanak sağladı. Son 10 dakika sağdan soldan arayışa geçen ekip, golü bulamadı ve maçtan yenik ayrıldı.

Günün hakemleri ise yine ciddi sıkıntılar yaşadılar ve yaşattılar. Genel olarak eskisi gibi isim yapmış hakemlerin olmaması onlara olan güveni ciddi derecede azaltıyor. Neredeyse her oyuncu, olur olmadık her karara itiraz ediyor. Bu ortam sadece isim yapmış, kaliteli hakemler sayesinde giderilebilecek gibi gözüküyor. Ukrayna'da bir başka sıkıntıysa top toplayıcı çocuklarda. Maçın en can alıcı dakikalarında o kadar yavaş top getiriyorlar ki zaten gergin olan futbolcuları daha da çok geriyorlar. Bu kadar zamanda çocuklara çabuk olmaları öğretilmediyse bundan sonra da sahadakilerin işi zor.

9 Haziran 2012 Cumartesi

EURO 2012'nin başlangıcı bile yetti

12 Mayıs 2012, cumartesi günü oynanan son maçla birlikte Spor Toto Süper Lig'in berbat ortamından bir süreliğine kurtulduk. Bugüne kadar da o günlerin etkisinden kendi çabamızlar kurtulduk. En nihayetinde belki de Allah'ın sevdiği kulları olduğumuz için EURO 2012'ye kavuştuk. Daha önce de bunu yazmıştım ama bir kez daha yazmak istiyorum; iyi ki bu turnuvada Türkiye yok. Eğer Milliler Polonya veya Ukrayna'da olsaydı içimizdeki felaket tellallarının senaryoları yüzünden yine keyif alamayacaktık. Yine bir güruh kendi futbolcularını ıslıklayacaktı, yine futbolu seven sevmeyen ahkam kesecekti. Çok şükür Türkiye yok ve bu sorun ortadan kalktı bu turnuvada.

Pek de ilgi çekici olmayan A Grubu bile bize öyle bir keyif yaşattı ki futbolu özlediğimizi tekrar yüzümüze vurdu. Genel tabloya bakıldığı zaman güçlerin aşağı yukarı denk olduğu ama futbolcu kalitesi olarak diğer takımlarla kıyaslanamayacak takımlardan oluşan grup harikulade başladı. Turnuvanın açılış maçında, Polonya ev sahibi olmanın etkisiyle saldırdı da saldırdı. Üstüne bir de hakemin birkaç kıyağı da eklenince bir süre oyun olarak çok üst düzey gözüktü. Rakipleri Yunanistan ise EURO 2004'ten farklı olarak 11 kişi kale ağzında takılmadı. Onlar da seyirci, hakem, skor ve sahadaki sayılarına rağmen oyunu orta sahada tuttu. Samaras'ın sistem kaynaklı verimsizliği  de Salpingis'in girmesiyle birlikte aşılınca Yunanistan ikinci yarıda golü buldu. Üstüne bir de penaltı kazandı ama 35'lik tecrübe Karagounis kötü sayılabilecek bir vuruşla bu şansı tepti. Bu dakikadan sonra sayı olarak da 10'a 10 devam eden maç 1 - 1 sona erdi.

Polonya - Yunanistan maçında sahanın en kötü ismi ise İspanyol hakem Carlos Velasco Carballo oldu. İspanyol'un performansı, 2010 Dünya Kupası final maçında Howard Webb'in sonuca etki etmesi sonrası, EURO 2012'nin de hakem performansı açısından pek parlak olmayacağının göstergesi gibiydi.

Bu maçın ardından Rusya ve Çek Cumhuriyeti grubun ve turnuvanın ikinci maçında sahaya çıktılar. Rusya'nın kadrosu kağıt üzerinde daha iyi gibiydi. Yalnız Çek'ler de ne zaman Avrupa Şampiyonası'na katılsa iyi sonuçlar alan bir ekip. O yüzden yine sonucu kestirilemeyecek bir maç olacağı belliydi ama göze hitap eden bir maç olup olmayacağına dair şüphelerim vardı. Maçı da biraz önce bahsettiğim Howard Webb'in yönetmesi az da olsa ironikti.

Maçın henüz 15. dakikasında Rusya'nın gol bulması maçın fena geçmeyeceğine dair bir ipucu verdi. Bir tarafta Arshavin'in, diğer tarafta Rosicky'nin rakip defansların arasına bırakmaya çalıştıkları ara paslar da maçın kalitesini bariz bir şekilde arttırdı. Fakat ilk yarıda iki kez gülen taraf Arshavin'in takımı oldu. İkinci yarıya şık bir pasın sonunda atılan golle başlayan Çek Cumhuriyeti, Kerzhakov'a öyle şanslar verdi ki bir an Çek defansında sadece hayaletlerin olduğunu düşündüm. Onlar adına belki de mutlu olunacak tek taraf Kerzhakov'un ciddi anlamda becereksiz olmasıydı. Sonunda Advocaat da bu mutluluğa darbe vurup oyuna Pavlyuchenko'yu sokunca Rusya iyice rahatladı ve iki kez daha sevindi. Rusya'nın 4 - 1 kazandığı maçta Howard Webb yine garip hatalar yapsa da sonuca etki edemedi.

Sahada Rusya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin oyuncuları olunca tribündeki güzellik seviyesi de kuşkusuz  biraz daha yukarılara tırmandı. Bu performansın Ukrayna - İsveç maçında aşılması da en büyük  dileklerimizden bir tanesi. Önümüzdeki günlerde ve turlarda çıtanın yükselmesi dileğiyle...